5 Haziran 2013 Çarşamba

Önemli Olan Nasıl Karşılanacaksın.

Öncelikle kandiliniz mübarek olsun. Uzun süren bir sessizlikten sonra bir söz üzerine yazma gereği duyduğum bir konu var. Hepimizin olmasa da bir çok kişinin zaman zaman yaptığı bir hatadan bahsetmek istiyorum. "Ölümü istemek".

Bu hususta Allah Rasulu ( S.A.V.) nun ifadeleri aynen şöyledir:

"Sizden hiç kimse maruz kaldığı bir zarar sebebiyle, ölümü temenni etmesin. Mutlaka onu yapmak mecburiyeti hissederse, bari şöyle söylesin: 'Rabbim! Hakkımda hayat hayırlı ise, yaşat. Ölüm hayırlı ise canımı al.' " (Buhari, Merda, 19)

Buradan çıkarılacak şeyler içerisinde öncelikle zarar dünyevi bir zarardır. Hastalık, fakirlik,açlık, acı, hüzün, melankoli ve buna benzer her türlü zarar sayılabilir. Mecburiyet hissedilen durumlar ise, imanının elinden gideceğini nefsinle baş edemeyeceğini düşündüğün zamanlar ve küfre ve ya ağır günaha gireceğini hissettiğin zamanlardır.

İnsan nasıl yaşamını kendi istemediği gibi ölümü de kendi isteyemez. Bunun dini değerlerin dışında akli değerlerini de göz önüne serecek olur isek hayatın da kimse olmasa Seni seven, düşünen ve ya düşmanın dahi olmasa yaşaman için bir sebep var ki Allah Seni özenerek sırf sonsuz bir ömür kazanma şansın olsun diye İnsan vasfıyla yarattı. Seçme, öğrenme, görme, hissetme, yaşama şansı verdi. Kainata vekilim diyerek seni koydu. Sen bunun üzerine ölüm isteme hakkını kendinde bulamazsın.

Daha düzgün yanından bakacak olur isek Seni seven biri var iken, seni seven bir ailen, sağlığın ve ya imtihan olarak hastalığın, İmanın var iken bir gün, bir saat, bir dakika daha ibadet, zikir, sevdiklerinle beraber olma şansı yakalamalısın. Çünkü ölüm en istemediğin anda çat kapı gelecektir. Toprağın altına koyulduğun vakit 1 hafta seni ananlar 1 hafta sonra hayatlarına devam etmek zorunda kalacaklar. Bir kez Azrail görevini yerine getirmeye geldi mi Olmaz diyemeyecek insan.

Bir çok kez istemiş biri olarak söyleyebilirim bunu daha günah işlemeden, daha yaşım geçtikçe mesuliyet almadan ölsem kurtulurum diye düşünürdüm eskiden. Kurtuluş diye gördüğüm şeyin aslında benim rütbemin, derecemin düşük kalmasına sebep olacağını görüp uyandım Hamdolsun.

Nefse yenik düştüğünü hissedip boşluğa düşen kişinin Rab'be sığınıp asla yalnız olmadığını anlaması bir o kadar hızlı oluyor. Takvâda hızlı yükseliş olabileceği gibi hızlı düşüşte maalesef bulunmakta. Rab'bim İlmimizi, İmanımızı, Takvâmızı, İhlasımızı, Edebimizi, Duamızı Arttırsın. Kandilimizi Mübarek, Hayırlı Eylesin. Dilimizden, Gönlümüzden Hayırdan öteye dua geçirmesin. Amin. Amin. Amin.

6 Nisan 2013 Cumartesi

Ey Genç Denilen, Göç Ne Vakit?

Bugün epeydir aklımda olan bir türlü toparlayıp yazamadığım bir konudan bahsedeceğim. Yaş, İman, İhlas 3'lüsünden.

Öncelikle konumuzun felsefi kısmına değinecek olursam, Yaş, insanların belirlediği sene denilen kavramın vücudun da gelişmesiyle rakam olarak 1 birim artması oluyor. Bu olay yani yaş kavramı çok eskilere dayanmıyor aslında fikri olarak. Şunu demek istiyorum, bundan çok değil 100, 200 sene önce insanların yaşına bakılmazdı. Genç denmezdi, yaşlı da denmezdi. Hürmet ve ya öncelik gösterilirdi evet ama bu daha 20 yaşında hayatının baharında denmezdi çünkü görev kavramı genişti insanlarda. Artık yaş kavramı genişledi görev kavramı küçüldü. Örnek verecek olur isem, işe alımlarda 24 yaşını geçmemiş askerliğini yapmış alanında 2 yıl tecrübeli yazısını herkes görmüştür. Bu bir kıyaslamaysa 25 yaşında bir adam çok geç kalmış oluyor. Evliliğe değinelim ve ya, 30 yaşına kadar evlenip ne yapacaksın deniliyor erkeğe, kızlar okumalı, iş güce sahip olmalı, kendi parasını kazanmalı ki ! erkeğin eline bakmasın. Bunları duymayan var mı aranızda sadece soruyorum. Ben daha yaş kavramında bir iman, ihlas, tevekkel olan konu görmedim. Olaya böyle karmaşık bir şekilde girdikten sonra asıl konumuza değinmek istiyorum.


"Küçüklüğünden beri Allah'a çokça kulluk eden gencin yaşı ilerledikten sonra çokça kulluk etmeye başlayan ihtiyara üstünlüğü, peygamberlerin diğer insanlara üstünlüğü gibidir."

Bu Hadis-i Şerif bize çok şey anlatıyor. Birinci olarak gençlikte yapılan ibadetin, yaşlılıkta yapılandan üstün olduğunu, ikinci olarak "Kulluk" kavramının "Küçüklükten" itibaren aşılanmasının öneminin büyük olduğunu, üçüncü olarak ise "Kulluk" meselesinin "Çokça" yapılması gerektiğini anlatmaktadır.

Tekrar yaş meselesine girecek olur isek bir kere 
"Genç" kimdir?
İbadet etme yaşı kaçtır?
Bu uzun ömür de gençliğimizi yaşamayalım mı?
Soruları aklıma ilk gelen sorular oluyor.

Gençlik kavramı yaşla kıyaslanmaması gereken bir şeydir. Çünkü henüz 18-20 yaşlarında vefat eden birisi de gençtir, 50 yaşında vefat eden birisi de gençtir. Tüm gerçeklik ne kadar erken ibadete, ihlaslı bir yaşantıya başlamakta yatar. Çünkü asıl yaş, asıl derece "İhlas"ta dır, "Takva"da dır. Osmanlı'nın duraklama dönemine kadar tüm çocuklar 5- 6 yaşında dini ve ilmi eğitime başlıyorlardı. Bunun sayesinde bize göre "Çok Genç" gelen "Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri" aslında 20 yaşındaki bir olgunlukta değil yaşıtlarının çok çok daha üstünde bir olgunluk ve düşünce yapısında hareket edebilmiştir. 

Ne vakit öleceğini bilmeden daha vaktim var diyerek harcadığın zamanın hakkında tek bir soru yöneltilecek ahirette " Gençliğini ne ile geçirdin?" ve bir soru daha " Seni Allah'tan uzak tutan şey seni kurtarabilecek mi?". Zamanı gelip de bu soru sorulmadan, kişinin kendisine bu soruyu sorması gerekir. Çünkü şuan genç dediğimiz kişiler ileride anne- baba olacak kişilerdir. Bu şahıslar böyle yetiştiği müddetçe yetiştirecekleri evlatlar da böyle yetişecek ve bir nesil, bir soy böylece harap olacaktır.


"Gençliğinde ilim öğrenen taşta ki damga gibi, yaşlılığında öğrenen ise, su üzerine yazı
yazan gibidir."

Bu çok ama çok manalı Hadis-i Şerif ile yazımı bitiriyorum. Bu konuya kaldığım yerden bir sonraki yazımda devam edeceğim Allah nasip eder ise. Allah faydalananlardan olabilmeyi nasip etsin. Amin. Amin. Amin.


23 Mart 2013 Cumartesi

Ayıpladığın kişi Sensin

Selamun Aleyküm okuyucu

Bugün ki konumuz "ayıplamak". Konuya girişi böyle yapmamın sebebi büyük bir ehemmiyete sahip olması ve çok üstünde durulan bir konu olmaması sebebiyledir.

Ayıplama denilince aslında geniş bir konu çıkıyor ortaya. Çünkü ayıplanan için de ayıplayan için de orta da büyük bir karmaşa vardır. Sadece "Şu şunu yapmış" şeklinde değil lakap takma, kalpten ayıplama ve ya küçük görmek de ayıplama çeşididir. Peygamber efendimiz bir hadisin de "Her kim bir Müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah-u Teala'da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim Müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyi ortaya çıkarır ve dile verirse, Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evinin içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten ölüyü diriltmiş gibidir." (Müslim,) buyurmuştur.

Nefsimizi eğlendirmek için karşımızdaki insana lakap takmamız ve ya O'nun elinde olsun olmasın bir kusurunu konuşmamız kalbimizi körelteceği gibi o şahsın hakkına girmemize sebep olur. Örnek verecek olur isek; Kilolu bir arkadaşının arkasından kilosu hakkında konuşmak ve ya bir şahsa "Çirkin" demek çok büyük günahtır ve karşılığı yalnızca helallik ile ödenir. Öncelikle şahıs kiloda ve ya güzellikte elinde bir şey olmadığını Allah isterse bir anda güzelim diyeni çirkin, çirkinim diyeni güzel yapabileceğini unutmamalıdır. Her şeyi ve herkesi Allah-u Teala'nın yarattığını unutmadan ağzımızdan çıkan ve ya gönlümüzden geçen sözleri tartmalıyız.

Ayıplamakla ilgili pek çok ayet vardır. Bir alıntıyla devam edecek olur isem;
Ayette geçen “lemz”, dil ile yaralamak, ayıplamak, kötülemek ve yermektir. Burada iki mânâ vardır ki ikisi de doğrudur: Birincisi, müminlerin hepsi bir nefis gibi olduklarından bir mümini ayıplayan aslında kendisini ayıplamış olur. Müminler birbirlerinin aynası olduğundan, aynaya bakan kendisini görür.İkincisi de ayıplanacak bir şey yaparak başkalarınca ayıplanan kimse, sebep olduğu için, aslında kendi nefsini ayıplamış olur. Birinciye göre mânâ: Müminleri ayıplamayın, kötüleme ve yerme yapmayın, zira kendi nefsinizi ayıplamış olursunuz. İkinciye göre mânâ: Bir mümini, eğlenmek gibi ayıplanacak, kendinize leke olacak şeyler yapmayın ki kendinizi ayıplamış, lekelemiş olmayasınız demektir. birinci mânâ kardeşlik noktasından daha samimi, ikinci mânâ izzet-i nefis, şeref açısından daha temiz ve güzeldir.

Kul her daim ayıplamadan ve ya bir kusur aramadan önce en az 70 sebep sunmalıdır gönlüne. Şu sebepten böyle yapmıştır, şu sebepten böyle olmuştur demelidir. Eğer sebebini bulamıyor ise de ben bulamadım sebebini demelidir. Çünkü hiç kimse bir diğerinin gönlünden geçeni bilemez, yaşadığını bilemez. Bunları dikkate alarak dilimize ve gönlümüze hakim olduğumuz bir ömür geçirebilmeyi Rab'bim nasip etsin. Allah kul hakkından bizleri korusun. Amin. Amin. Amin

28 Şubat 2013 Perşembe

Avuç içinde Köz Taşıyan Nesil; Sevgililer

Ebû Hüreyre Radıyallahu Anh'den Rivayet Edildiğine Göre Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Şöyle Buyurdu:

"Âdemoğluna Zinadan Nasibi Takdir Olunmuştur. O Buna Mutlaka Erişir. Gözlerin Zinası Bakmak, Kulakların Zinası Dinlemek, Dilin Zinası Konuşmak, Elin Zinası Tutmak, Ayakların Zinası Yürümektir. Kalbe Gelince O, Arzu Eder, ister. Üreme Organı Ise, Bunu Ya Gerçekleştirir, Ya Da Boşa Çıkarır."


Bugün değinmek istediğimiz konu "zina". Büyük günahlardan sayılan zina sadece cinsel münasebeti değil, helal olmayan kişiyle yaşanılan her türlü ilişkiyi içine alıyor.

Ey müslüman çok sevdiğini söylediğin sevgilini neden ateşe atıyorsun?

Nur Suresinde “Mü’minlere Erkeklere Söyle!Yabancı Kadınlara Bakmasınlar Ve Zina Etmesinler!
Ve Mü’min Kadınlara Söyle!Onlar Da Yabancı Erkeklere Bakmasınlar Ve Zina Etmesinler.” Buyrulmaktadır.




Neden çok sevdiğinizi söylediğiniz kişilere dokunma ihtiyacı hissediyorsunuz düşündünüz mü?




Siz birbirinizi seviyorsunuz diye birbirinize helal olmadığınızı bilmiyor musunuz?




Helal olması için Allah katında bir nikah kıyılması gerektiğini bilmiyor musunuz?




Eminim ki biliyorsunuz.




Size elini tuttuğunuz için sevdiğinizin elinin yanacağını bilmek zor gelir değil mi?

Zor gelmiyorsa elinizin içine bir köz alında öyle tutun birbirinizin elini. Ne kadar dayanabileceksiniz.




"Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle" hadisi bizim uyanmamız için ne kadar da önemlidir.




Ey müslüman zamana uyma! Ne Kuran'ı Kerim değişti ne Sünnet'i Seniyye. Sen bu zamanda böyle yapılıyor deme hakkına sahip değilsin. Toplum müslümanı değil müslüman Toplumu değiştirmeye mükelleftir.




Son olarak sevdiğinizin ısrarlarına karşı koymak için kullanacağınız bir cümle var.

"Sevginin asıl sahibini incitmekten korkmayan, beni incitmekten hiç korkmaz."


Ma’kıl b. Yesar (ra)’den, Hz. Peygamber (a.s.v)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Sizden birisinin elinin, kendisine helal olmayan bir kadının eline değmesindense, onun başına demirden bir milin sokulması, onun için daha hayırlıdır”.
Taberani, Beyhaki (Taberaninin ravileri sika ve hadis sahihtir)


Allah gözlerin hainliğini de bilir, gönüllerin gizlediğini de.
Gafir: 19





Allah her daim düşünebilen, nefsine hakim kullarından olabilmeyi nasip etsin. bilinçli müslüman, bilinçli birey, bilinçli eş olabilmeyi nasip etsin. Amin Amin Amin.


17 Şubat 2013 Pazar

Kısaca Ölüm Mevzuu

2:259 -Yahut o kimse gibisini (görmedin mi) ki, bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu. "Bunu bu ölümünden sonra Allah, nereden diriltecek?" dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti, "Ne kadar kaldın?" diye sordu. O da: "Bir gün, yahut bir günden eksik kaldım." dedi. Allah buyurdu ki: "Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele eşeğine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin bir işareti kılalım diyedir. Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?" Böylece gerçek ona açıkça belli olunca: "Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir." dedi.
Amenna ve Saddakna.

Bugün insanın en korktuğu en hayırlı günden bahsedeceğiz. Ölüm. Söylenişi kolay içeriği nefse zor gelir ölümün. Varlığı kesin olan fakat ne zaman geleceğini sadece Rab'bimizin bildiği bir olay.
3:185 -Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz olarak verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı zevkten başka birşey değildir.
Konuya direkt olarak girmek istiyorum. Öncelikle ölüm dediğimiz aslında bir mana da yeniden doğumdur. Gerçekliğe, sonsuzluğa, nefsi terkedip asıl varlığa doğum. Var oluşumuzun karmaşıklığı arasında öyle bir aldanırız ki gerçekten var olduğumuza, yaşayacağımıza hatta uzun süreli planlar yaparız bu aldanışta.

O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız. (RUM/19)

Nasıl mucize şekilde doğduysak büyük bir mucize ile dünya hayatına elveda diyeceğiz. Gel gör ki bunu zorlaştıracak olan da biziz, kolaylaştıracak olan da. Kolay bir mevzu değildir. Üzülmeyeceksin derler, ölen Rab'bine kavuştu. Gel gör ki,

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin oğlu İbrahim can çekişiyordu. Onu o hâlde görünce, gözleri yaşardı."Ey Allah’ın Rasûlü! Sen de mi?" diye soran sahabeye şöyle buyurdu:"Bu, bir merhamet eseridir. Göz yaşarır, kalp hüzünlenir, fakat biz yine de Rabbimizin hoşnut olacağı şeyi söyleriz," diye cevap verdi. Sonra da: "Ey İbrahim! Biz senin ayrılışından dolayı çok üzgünüz," dedi.  Buhârî.


Merhametten olan ile nefsani olan arasında büyük bir fark vardır. Kişi ölümün her türlüsünün Allah katından geldiğini bilecek, küfre düşmeden bunun hayırlı olduğunu bilerek karşılayacak. Bu konuda Rab'bimiz buyuruyor ki:
Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde de bulunsanız yine kurtulamazsınız. Onlara bir iyilik erişirse "Bu, Allahtandır" derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, "Bu, senin yüzündendir." derler. Ey Muhammed! De ki: "Hepsi Allah'tandır." Bu topluma ne oluyor ki, hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar?

Hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine iman etmiş kimse olarak ölümü karşılamalıyız. Yaptığımız şeylerden ötürü hesaba çekileceğimiz o gün geldiğinde nasıl muamele görmek istiyorsak öyle yaşamalıyız. Bu konuda Peygamber Efendimiz (S.a.v) buyurmuşlardır ki: Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, hemen ölecekmiş gibi ahiret için çalışın.

Ölüm her zaman anidir, erkendir.  Fakat kasvetli değildir. Bir müslüman olarak nasıl can vereceğimizi en güzel Rab'bimiz açıklıyor.

De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir. (EN'AM/162)

Hak yolunda süren bir hayat için ölüm sevgiliyle kavuşma günüdür. Fakat o kendilerine zulmedenlerin vay haline.

Yoksa günah işleyip de kendisine ölüm gelince: "İşte ben şimdi tevbe ettim." diyen kimselerin tevbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tevbeleri kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır. (NİSA/18)

Allah müslüman olarak yaşayıp müslüman olarak can verebilmeyi nasip etsin. Son nefesimizde
 "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhü ve resûlü" 

diyerek can verebilmeyi tüm Ümmet-i Muhammed'e nasip etsin.

Kul ölümden korkmaz. Ölümden korkan nefistir. Çünkü ruhun hayatı yeni başlayacak iken nefsin hayatı son bulacaktır. Burada dikkat etmemiz gereken şey imanımızın kuvvetidir. Ey müslüman ölümden ne kadar korkuyorsun?

Şimdi bak Allah'ın rahmetinin eserlerine! yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir. (RUM/50)

Her şeye kadir olan Allah'a hamdolsun. Rab'bim kabrimizi cennet bahçelerinden bir bahçe etsin. Komşularımızı Salih ve Saliha kimselerden eylesin. Son olarak okuduğunuz Yasin-i Şerif ve hatimleri gelecekte ki kendi kabrinize de yollayın. Allah Razı Olsun. Amin. Amin. Amin.

3 Şubat 2013 Pazar

Herkesin İbadeti Kendine Yanlışı


Aile sürecinden kısaca bahsettikten sonra ailelerin oluşturduğu toplum dediğimiz kavrama da girmemek olmaz.

Toplum dediğimiz vakit anlayabileceğimiz çok fazla grup var. Komşularımız, akrabalarımız, mahallemiz, semtimiz, okul ve iş çevremiz, ülkemiz ve dünya. Bunları bir şahsın oluşturduğunu varsayın. Her biri farklı olan şahısların bir araya geldiği yer toplum oluyor. Bu konuya kısaca değindiğimize göre asıl mevzuumuz olan İslami Toplum’a giriş yapmamız gerekmektedir.

İslami Toplum dendiği vakit akla ilk gelen Asr-ı Saadet Toplumu’dur. Çünkü insanların en hayırlısı, en ahlaklısı ve en yücesi Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu toplumu kurmuş ve bu toplumda yaşamıştır. Bu topluluğun derinliğine inecek olur isek; öncesi Cahiliye devri olan insanlıktan nasibini almamış hatta yarı vahşi denilebilecek insanların Allah’ın rızası ve İslam’ın güzellikleriyle buluşması sonucu En Mükemmel Toplum haline gelmiş olduğunu görüyoruz.

Bir zamanlar kendi kız çocuklarını analarının yüreğinden söküp alan insanlar, İslam ile merhameti, cömertliği, İmanı ve takvası ile önder şahıslar olmuşlardır.

Bir hadiseden bahsedecek olursak,

     Bir gün sahabeden biri, Rasulullah (S.A.V) Efendimiz’e geldi ve şöyle dedi:
“Ya Rasulallah! Biz Cahiliye ehliydik. Putlara tapar, kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. Benim küçük bir kızım vardı ve beni çok severi. Öyle ki ben onu çağırdığım zaman sevincinden adeta uçar ve koşa koşa yanıma gelirdi. Bir gün yine onu çağırdım, koşarak yanıma geldi ve beni takip etmeye başladı. Yürüdüm ve ailemize ait olan yakındaki bir kuyunun yanına vardım. Kızımın elinden tutarak onu kuyuya attım. Kulaklarıma gelen son sözleri; Babacığım, babacığım! diyen çığlıkları oldu.”
Bunları duyunca merhamet ummanı Efendimiz’in nurlu gözlerinden yaşlar boşandı. Orada hazır bulunanlardan biri hadiseyi anlatan zata çıkışarak:
“Ey filan! Sen Rasulullah’ı üzdün!.” dedi.
Rasul-i Ekrem (S.A.V) Efendimiz:
“Ona mani olmayın! O kendisini hüzne gark eden ve mühim gördüğü bir şeyi sormak istiyor” buyurdu ve o şahsa:
“Anlattıklarını tekrar et!” buyurdu. Sahabi sözlerini tekrarlayınca Rasulullah (S.A.V) yine ağladı. Gözyaşları mübarek sakallarını ıslattı. Daha sonra ona:
“ Allah,(Müslüman olanların) Cahiliye döneminde yaptığı hataları affetti. Şimdi sen hayatına yeniden başla.” Buyurdu. (Darimi, Mukaddime, 1)
(Asr-ı Saadet Toplumu , Osman Nuri Topbaş)

Okuduğumuz hadiseden de gördüğümüz üzere ahlaki yönden hiçbir şeye sahip olmayan bir toplum pişmanlık dolu geçmişlerini geride bırakıp yepyeni bir sayfa ile İslam’ın güzelliklerine sahip oluyor. Bu konuda örnek verebileceğimiz çok fazla şey vardır. Asr-ı Saadet Toplumu isimli eserde detaylarıyla bahsedilmiştir.
Bu konuyu biraz kenarda bırakıp bir başka konuya değinmek istiyorum. “İbadet, imanım, yaptıklarım, benimle Allah arasındadır” lafı. Bu cümle hem yanlış hem de İslam’a uymayan bir cümledir. Dinimiz şahsi bir din değil Toplumsal bir dindir.

“Resulüm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya: 107)
 “Ey inanlar, kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz” (Tahrim, 66/6)

Ayet-i Kerime’lerden de gördüğümüz üzere kişinin sorumlulukları kendisini aşıyor. Zaten mantıklı düşünüldüğü vakit 1’lerden oluşan 10’un her bir 1 ile değiştiğini görebiliriz. Yani bir kişi tüm bir toplumu değiştirebilir ve ya tüm toplum bir kişiyi değiştirebilir. Bundan çıkaracağımız sonuç ise İslami bilgi sahibi şahsın çevresine tebliğde bulunması önemlidir ve bu emr-i bil-maruf nehy-i ani'l-münker  ayetiyle gösterilmiştir.Yani İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak her şahsın görevidir. Fakat bununda yolları vardır. Tebliğ’i din hususunda bilgili bir kişinin yapması, karşısında ki kişiyi kırmadan ve karşısındakinin anlayabileceği bir şekilde yapması çok önemlidir. Çünkü tebliğ’in amacı dine ısındırmak, kalbi yumuşatmaktır ve dinden soğutucu her hareket küfre sebep olabilir.Bu mevzuuya daha derin girecek olur isek kişinin bir arkadaşının içki içmesine karşılık olarak “ İçme şu zıkkımı” gibi kaba bir ibare kullanması yerine “ Allah’ın sana sunduğu sayısız helal lokma varken neden böyle zararlı ve haram bir şeye bulaşıyorsun” demesi daha doğru ve yerindedir. Çünkü İslam dini her daim latif, zarif ve kalb-i bir dindir.

Bu süreçten sonra ki süreç ise İslam-i toplumun içerisindeki şahsa karşı sorumluluğudur. İslam’a uzak kalmış, öğrenmemiş ve ya yanlış öğretilmiş kişilere karşı kaba, itici bir dil kullanmak ve ya onları toplumdan uzaklaştırmak yanlıştır ve o kişinin hakkına girmeye sebep olur. İslam dini merhamet dinidir. Karşımızdaki şahısla empati kurarak sohbet etmeli o şahısa çok derine girmeden hafif bir şekilde tebliğ edilmelidir. Çünkü İslam hakkında yanlış bilgilere sahip bir insan birden farzlar ile kuşatılır ise korkabilir, uzaklaşabilir. Bu sebeple İslam’ın özü anlatılmalıdır ve yaşanmalıdır. Gel kardeşim hazır zamanımız var akşamı eda edelim şeklinde ve ya gizli tefekkür yaparak Allah’ın yarattıkları üzerine sohbetler yapmak o kişiyi daha ılımlı hale getirebilir ve İslam’ı daha rahat kavrayabilmesini sağlayabiliriz.


Bu konuya ehemmiyet gösterip İslam’ı yaşayan ve öğreten kişilerden olmayı Allah’ım nasip etsin. Unutmayın ki bir sünnet öğretseniz o kişi her o sünneti yerine getirdiğinde sevap kazanırsınız. Allah bir ömrümüzü Sünnet-i Seniyye üzerine yaşamamızı nasip etsin. Amin .Amin. Amin.

27 Ocak 2013 Pazar

Aile, Hamilelik ve İsim Mevzusu


Çocuktan bu kadar bahsettik peki anne- babaya düşen paylar neler birde bundan bahsedelim.

En başa gelecek olur isek evli çiftlerin Besmelesiz, abdestsiz yatağa girmemesi gerekir. Çünkü çocuk daha ilk rahme düştüğünde ortaya çıkıyor hayırlı mı hayırsız mı olacağı. Hamile iken elinden geldiğince anne ibadetine özen göstermeli ki ruhani bir varlık olan bebek huzurlu bir süreçle hayata başlasın. Babanın dikkat etmesi gereken en önemli nokta da helal kazancı sağlamaktır. Çünkü haramın 1 zerresi dahi bebeğin geleceğine de annenin sağlığına da zarar verir. Doğum sürecinden sonra çocuğun ismi koyulacağı vakit İslami yönden donanmış bir kimsenin, hususlara dikkat ederek çocuğun ilk Ezanını ve ismini okuması daha hayırlıdır.
İsim hususuna da dikkat etmek çok önemlidir. Bu konuda bir alıntıyla devam edeceğim.

Çocuğa konulan isim hem bu dünyada hem de ahirette geçerlidir. Rasulullah (sav) sadece çocukların değil, büyük insanların ismiyle dahi ilgilenmiştir. Kötü bulduğu bazı isimleri değiştirme yoluna gitmiştir. Yine konulması gereken güzel isimler hakkında bilgiler vermiş, zaman zaman bizzat kendileri çocuklara isimler vermiştir.
Rasulullah (sav) güzel isim koymanın önemini şöyle açıklıyor: “Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse isimlerinizi güzel yapın.” (Ebu Davud, Edeb 69)

Hiç kimse kıyamet günü Allah (c.c.)’ın hoşlanmayacağı isimle O’nun karşısına çıkmak istemez. Öyleyse kötü olan isimlerin çocuklara verilmemesi gerekir.
Rasulullah (sav)’ın isim konusundaki hassasiyetini daha iyi anlamak için şu hadis-i şerifi de görmek lazım. Yahya bin Said (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (sav) bol sütlü bir deve hakkında: “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki, Rasulullah (sav) adama: “İsmin ne?” diye sordu. Adam: “Mürre (acı)” diyince ona “Otur” dedi. Hz. Peygamber (sav) tekrar: “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (sav) ona da: “İsmin ne?” diye sordu. Adam: “Harb” diyince, ona da: “Otur” dedi. Rasulullah (sav): Bu deveyi bize kim sağacak?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. O da “Ya’iş” (yaşıyor) cevabını alınca ona “Sen sağ” dedi.( 2- Muvatta, İsti’zan 24)

Rasulullah(sav)’ın açıklamalarına göre en güzel isim olarak adlandırılanlardan bazıları şunlardır: Erkek ismi olarak, Abdullah, Abdurrahman, Muhammed, Peygamberlerin isimleri, Hasan, Hüseyin ve diğer İslam büyüklerinin isimleri tavsiye edilen isimlerdir. Kız isimleri olarak da, Aişe (Ayşe), Fatıma, Zeyneb, Hatice, Cemile, Zehra… gibi isimler güzeldir.

Anne ve babalar, çocuklarına isim koyarken anlamsız, hoş olmayan isimlerden kaçınmalıdırlar. İslam dünyasında kullanılan ve anlamı güzel olan isimlere yönelmelidirler. Bu gün her dinin kendine has bir takım isimleri vardır. Müslüman olduğunu iddia eden anne ve babalar da çocuklarının isimlerini bu doğrultuda vermelidirler.

İsim koymada dikkat edilmesi gereken bir diğer konuda, Halk arasında Kur’an-ı Kerim’den isim bulma cehaletidir. Anlamı olmayan yada anlam olarak kötüyü çağrıştıran bir takım isimlerle ilgili olarak “Neden bu ismi koydun?” denildiğin de verilen cevap “Bu isim Kur’an da var” olmaktadır. Mesela, kızlar için kullanılmaya başlanan “ Aleyna (Bizim üzerimize), Aleyke (Senin üzerine), Kezban (yalancı) gibi isimler. Bu tür anlam ifade etmeyen isimlerden kaçınmak gerekir.
Sadık AKKİRAZ (Kur’an ve Sünnet Işığında EVLİLİK VE MAHREMİYETLERİ) Shf: 334,335,336

Bunun dışında dikkat edilmesi gereken bir nokta da ağır isimlerdir. Misal verecek olursak Yusuf ismi Hz. Yusuf(a.s) ‘un güzel yüzüne ithafen koyulur ve ya Peygamber ismi olduğu için koyulur. Fakat Hz. Yusuf(a.s) çok büyük zorluklardan geçmiştir. İsminizle müsemma olursunuz denir. Eyüp ismi de zor bir isimdir çünkü Hz. Eyüp insanların en sabırlılarındandır ve çok büyük zorluklardan geçmiştir. Bu sebeple tek isim yerine önüne ve ya arkasına daha latif bir isim koymak her zaman daha güzeldir. Bu konu dışında dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan biri de Allah (c.c) isimlerinden birinin önüne kulu manasına gelen Abdul, Abdur sıfatlarını koymadan koyulmaması gerektiğidir. Ağır isimler aileyi sorumluluk altında bırakır çocuğun sorumluluğu her daim ailededir.

İslam toplumunca en çok yapılan seçimlerden birisi de Muhammed ismidir. Bu isim Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ismi olduğu için O’nun gibi olsun diye düşünülerek koyulur fakat yanlıştır. Çünkü ismin ağırlığı da sorumluluğu da çok büyüktür. Bir hakarete maruz kalması, bir kötü söze maruz kalması aileyi ve kişiyi sorumluluk altında bırakır. Bu sebeple Mehmet, Ahmet gibi Efendimiz(S.A.V)’in diğer isimlerinden birini kullanmak çok daha hayırlıdır.

Allah yararlananlardan  olmayı her daim nasip etsin. Şimdilik Allah’a Emanet Olun.