Aile sürecinden kısaca bahsettikten sonra ailelerin oluşturduğu toplum
dediğimiz kavrama da girmemek olmaz.
Toplum dediğimiz vakit anlayabileceğimiz çok fazla grup var.
Komşularımız, akrabalarımız, mahallemiz, semtimiz, okul ve iş çevremiz, ülkemiz
ve dünya. Bunları bir şahsın oluşturduğunu varsayın. Her biri farklı olan
şahısların bir araya geldiği yer toplum oluyor. Bu konuya kısaca değindiğimize
göre asıl mevzuumuz olan İslami Toplum’a giriş yapmamız gerekmektedir.
İslami Toplum dendiği vakit akla ilk gelen Asr-ı Saadet Toplumu’dur.
Çünkü insanların en hayırlısı, en ahlaklısı ve en yücesi Peygamber Efendimiz
(S.A.V) bu toplumu kurmuş ve bu toplumda yaşamıştır. Bu topluluğun derinliğine
inecek olur isek; öncesi Cahiliye devri olan insanlıktan nasibini almamış hatta
yarı vahşi denilebilecek insanların Allah’ın rızası ve İslam’ın güzellikleriyle
buluşması sonucu En Mükemmel Toplum haline gelmiş olduğunu görüyoruz.
Bir zamanlar kendi kız çocuklarını analarının yüreğinden söküp alan insanlar,
İslam ile merhameti, cömertliği, İmanı ve takvası ile önder şahıslar
olmuşlardır.
Bir hadiseden bahsedecek olursak,
Bir gün sahabeden biri, Rasulullah (S.A.V) Efendimiz’e geldi ve şöyle
dedi:
“Ya Rasulallah! Biz Cahiliye ehliydik. Putlara
tapar, kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. Benim küçük bir kızım
vardı ve beni çok severi. Öyle ki ben onu çağırdığım zaman sevincinden adeta
uçar ve koşa koşa yanıma gelirdi. Bir gün yine onu çağırdım, koşarak yanıma
geldi ve beni takip etmeye başladı. Yürüdüm ve ailemize ait olan yakındaki bir
kuyunun yanına vardım. Kızımın elinden tutarak onu kuyuya attım. Kulaklarıma
gelen son sözleri; Babacığım, babacığım! diyen çığlıkları oldu.”
Bunları duyunca merhamet ummanı Efendimiz’in
nurlu gözlerinden yaşlar boşandı. Orada hazır bulunanlardan biri hadiseyi
anlatan zata çıkışarak:
“Ey filan! Sen Rasulullah’ı üzdün!.” dedi.
Rasul-i Ekrem (S.A.V) Efendimiz:
“Ona mani olmayın! O kendisini hüzne gark eden ve
mühim gördüğü bir şeyi sormak istiyor” buyurdu ve o şahsa:
“Anlattıklarını tekrar et!” buyurdu. Sahabi
sözlerini tekrarlayınca Rasulullah (S.A.V) yine ağladı. Gözyaşları mübarek sakallarını
ıslattı. Daha sonra ona:
“ Allah,(Müslüman olanların) Cahiliye döneminde
yaptığı hataları affetti. Şimdi sen hayatına yeniden başla.” Buyurdu. (Darimi,
Mukaddime, 1)
(Asr-ı Saadet Toplumu , Osman Nuri Topbaş)
Okuduğumuz hadiseden de gördüğümüz üzere ahlaki
yönden hiçbir şeye sahip olmayan bir toplum pişmanlık dolu geçmişlerini geride
bırakıp yepyeni bir sayfa ile İslam’ın güzelliklerine sahip oluyor. Bu konuda
örnek verebileceğimiz çok fazla şey vardır. Asr-ı Saadet Toplumu isimli eserde detaylarıyla
bahsedilmiştir.
Bu konuyu
biraz kenarda bırakıp bir başka konuya değinmek istiyorum. “İbadet, imanım,
yaptıklarım, benimle Allah arasındadır” lafı. Bu cümle hem yanlış hem de İslam’a
uymayan bir cümledir. Dinimiz şahsi bir din değil Toplumsal bir dindir.
“Resulüm! Biz seni âlemlere rahmet olarak
gönderdik.” (Enbiya: 107)
“Ey
inanlar, kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz” (Tahrim, 66/6)
Ayet-i Kerime’lerden de gördüğümüz üzere kişinin sorumlulukları
kendisini aşıyor. Zaten mantıklı düşünüldüğü vakit 1’lerden oluşan 10’un her
bir 1 ile değiştiğini görebiliriz. Yani bir kişi tüm bir toplumu değiştirebilir
ve ya tüm toplum bir kişiyi değiştirebilir. Bundan çıkaracağımız sonuç ise
İslami bilgi sahibi şahsın çevresine tebliğde bulunması önemlidir ve bu emr-i
bil-maruf nehy-i ani'l-münker ayetiyle gösterilmiştir.Yani İyiliği
emretmek, kötülükten sakındırmak her şahsın görevidir. Fakat bununda yolları
vardır. Tebliğ’i din hususunda bilgili bir kişinin yapması, karşısında ki
kişiyi kırmadan ve karşısındakinin anlayabileceği bir şekilde yapması çok
önemlidir. Çünkü tebliğ’in amacı dine ısındırmak, kalbi yumuşatmaktır ve dinden
soğutucu her hareket küfre sebep olabilir.Bu mevzuuya daha derin girecek olur
isek kişinin bir arkadaşının içki içmesine karşılık olarak “ İçme şu zıkkımı”
gibi kaba bir ibare kullanması yerine “ Allah’ın sana sunduğu sayısız helal
lokma varken neden böyle zararlı ve haram bir şeye bulaşıyorsun” demesi daha
doğru ve yerindedir. Çünkü İslam dini her daim latif, zarif ve kalb-i bir dindir.
Bu süreçten sonra ki süreç ise İslam-i toplumun içerisindeki şahsa karşı sorumluluğudur. İslam’a uzak kalmış, öğrenmemiş ve ya yanlış öğretilmiş
kişilere karşı kaba, itici bir dil kullanmak ve ya onları toplumdan
uzaklaştırmak yanlıştır ve o kişinin hakkına girmeye sebep olur. İslam dini
merhamet dinidir. Karşımızdaki şahısla empati kurarak sohbet etmeli o şahısa
çok derine girmeden hafif bir şekilde tebliğ edilmelidir. Çünkü İslam hakkında
yanlış bilgilere sahip bir insan birden farzlar ile kuşatılır ise korkabilir,
uzaklaşabilir. Bu sebeple İslam’ın özü anlatılmalıdır ve yaşanmalıdır. Gel
kardeşim hazır zamanımız var akşamı eda edelim şeklinde ve ya gizli tefekkür
yaparak Allah’ın yarattıkları üzerine sohbetler yapmak o kişiyi daha ılımlı
hale getirebilir ve İslam’ı daha rahat kavrayabilmesini sağlayabiliriz.
Bu konuya ehemmiyet gösterip İslam’ı
yaşayan ve öğreten kişilerden olmayı Allah’ım nasip etsin. Unutmayın ki bir
sünnet öğretseniz o kişi her o sünneti yerine getirdiğinde sevap kazanırsınız.
Allah bir ömrümüzü Sünnet-i Seniyye üzerine yaşamamızı nasip etsin. Amin .Amin.
Amin.